31 Aralık 2010 Cuma

EMEKLERİNİZ BOŞA GİTMESİN

Terlediniz, o kadar vakit harcadınız ama hala istediğiniz sonuçlara ulaşamadınız mı? Merak etmeyin, hepsi düzelecek.
1 - Kaslarım tişört giyince belli olsun yeter Spor salonlarında bir anket yapsak ve en çok hangi kaslarınızın gelişmesini istiyorsunuz diye sorsak, hiç kuşkusuz ilk üç sırayı karın, göğüs ve biceps kasları alır. Peki ya bacak kasları? Son sırada kalacağına bahse gireriz. Siz onlardan değil misiniz? O zaman şimdi kendinize dürüst olun ve önce biceps kaslarınız için sonra da bacak kaslarınız için haftada kaç set egzersiz yaptığınızı hesaplayın. Nasıl arada uçurum var değil mi? Toplamda 500 gram bile etmeyen bir kas grubunu, neredeyse vücut ağırlığınızın yarısı eden bacak kaslarından daha fazla çalıştırmanın hiçbir mantığı yoktur. Tüm bunları söylememizdeki neden şu; bacak gibi büyük kas gruplarını çalıştırmak, vücutta büyüme hormonunun salgılanmasını sağlar. Büyüme hormonu da, otomobile takılan NOS gibidir. Yani sizi uçurur. O yüzden, antrenmanınızda en fazla set sayısı yaptığınız kas grubu mutlaka bacaklar olmak zorunda.
2 - Ne kadar çalışırsam o kadar iyi (mi?) “Spor salonuna ne kadar fazla gidersem o kadar fazla gelişirim diye düşünmeyin.” Bu iş ilkokul sıralarında gördüğünüz işçi problemleri gibi yürümüyor. “Kasların genel olarak büyümek için 48 saatlik bir sürece ihtiyacı vardır. Bu süre içerisinde antrenman yapmak, inşaatı devam eden bir binanın duvarlarını yıkmaya benzer” diyor Jeff Bell. Her gün başka kas gruplarını çalıştırmak da bu soruna çare olmaz. Zira tüm kas grupları birbirine bağlıdır. Örneğin göğüs kaslarını çalıştırırken arka omuz ve kanat kaslarından mutlaka yardım alırsınız. Eğer önceki gün o kas gruplarını çalıştırdıysanız, antrenmanı hakkıyla yapamazsınız. Sonuç? Spora gittiğinizde, terinizin son damlasına kadar çalışın. ertesi gün ise mutlaka dinlenin. Unutmayın, bu şekilde bir hafta dört gün, diğer hafta üç gün çalışacaksınız. Yani ayda yaptığınız antrenman sayısı 14 olacak. Bu da formda bir vücuda sahip olmanız için yeterli bir sayıdır.
3 - Proteini ya doğru zamanda al ya da hiç alma Hani şu biraz önceki işçi problemine geri dönelim. Ortada bitmesi gereken bir bina var. Ancak siz işçilerinize malzeme vermiyorsunuz. Peki, o binanın bitmesi mümkün mü? Ne yapacaklar, her yeni kat için alttan malzeme mi çalacaklar? İşte yeteri kadar iyi beslenmeyen vücut da tam bunu yapar. Yeni kas inşaası için kasları parçalar durur ve yerinde sayar. Tabii proteini ne zaman aldığınız da çok önemli. Antrenmandan sonraki 30 dakika, vücutta protein sentezinin en yüksek olduğu andır. Bu yüzden antrenman biter bitmez elinizin altında en az 20 gramlık bir protein kaynağı (whey ya da amino asit fark etmez) olsun.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Meşrubatlardaki Gizli Tehlike

ŞEKERSİZ HAYATA GİDEN YOL
xprodoksit sitesinden alıntıdır.

Beyazlarla bir sorunu olduğunu biliyordu. Şeker onu gömmeden, onun şeker yemeye bir son vermesi gerekiyordu. Ancak bırakmak hiç de kolay değildi.

BEN İŞTAHLI BİR ADAMIM. Kokteyllerde iki zeytinle yarım kadeh beyaz şarap içen adamları görünce şaşırıyorum. Beni üç bira, hallice bir kalıp çedar peyniri, avuç avuç badem ve üç sosisli sandviç ancak keser. Sonra üstüne bir de yemek yerim. Obez olmamamın tek nedeni işe yürüyerek gitmem ve ofiste uyanık kalmak için sınav çekmem. • Ya da en azından geçen kışa kadar böyleydi diyebilirim. Fakat geçen kış mesleki çalkantılar (yeni bir işe geçtim), kişisel stresler (en yakın arkadaşım kanserden öldü) ve kötü şans (el bileğim burkuldu) bir araya gelince, zaten içler acısı olan durumum alt üst oldu. Bu da beni gün geçtikçe bir şeker canavarına dönüştürdü. Yalnız ve endişeli olduğumda, aşırı çalıştığımda elim hemen şekerli şeylere gidiyordu. Tabii bunun sonucunu almakta gecikmedim. Kısa zamanda 95 kiloya ulaştım. Birkaç ay önce, elimde çikolatalı kahvemle nasıl bu hale geldiğimi düşünürken, bir şeylerin değişmesi gerektiğine karar verdim. Canavarla yüzleşme zamanı gelmişti. En azından bunu denemeye yetecek biraz iradem kalmıştı. O an 30 günlük bir perhize girmeye ve meyve dışında her türlü tatlıyı hayatımdan çıkarmaya yemin ettim. Yüksek fruktozlu mısır şurubu içeren ürünleri, tüm tatlandırıcıları, şeker kamışı suyunu, akçaağaç şurubunu, bal ve meyve suyunu kendime yasakladım. Özetle tek bir şeyden vazgeçmem gerekiyordu: Şekerden. • Ne var ki şeker her yerdeydi...

VERDİĞİM KARARI UYGULAYACAKTIM.

Tartıda gördüğüm şey yeterince korkutucu olsa da gireceğim diyette beni motive etmesi için ekstra bir korku dozu almaya karar verdim. Bunun üzerine perhizimin ilk gününde, bir otobüs dolusu çocuktan daha fazla çikolata yediğimi kanıtlayabilecek kan tahlili sonuçlarımı yaptırmak için bir kliniğe başvurdum.

Kliniğe giderken başım ağrıyordu, hem huzursuzdum hem de açtım ama baş ağrımın nedeni gün içerisinde yapacağım bir sürü iş değil, 12 saat süreyle kafeinden uzak durmak zorunda kalmamdı. Bir süre bekledikten sonra aldığım tahlil sonuçlarıma göre, HDL (iyi) kolesterolüm biraz düşüktü; 36 mg/dL ve trigliseridim ise tavan yapmıştı; 359 mg/dL. Kan şekeri düzeyim de biraz yüksekti (104 mg/ dL). Anahtar önemi olan iki diğer kan değeri, C-reaktif protein ve LDL kolesterol düzeyleri idare ederdi ama pek iyi de sayılmazdı. Tansiyonum yani kan basıncım gayet iyiydi: 118/77. Bende hâlâ ümit vardı. Yine de yüksek kan şekeri ve tırmanan trigliserid seviyeleri kalp hastalıkları ve diyabet dâhil olmak üzere pek çok hastalığa yakalanmamın an meselesini olduğunu gösteriyordu. Rakamları incelerken bir yandan suçluyu arıyordum ki, bulmam uzun sürmedi. Suçlu muhallebiydi.

Tanrım, onu gerçekten çok özleyecektim. Diyetimin ikinci gününde üç fincan kahve içmeme rağmen hala başım ağrıyordu ve gün ilerledikçe kötüleşen çarpıntıma, kasılmış acı içindeki sol gözüm ve isteksiz bir ruh hali de eşlik etmeye başladı.

YOKSA GERÇEKTEN ŞEKERİ BIRAKIYOR MUYDUM?

Günün bir vaktinde, bir meslektaşım yanıma geldi ve bir yandan elindeki çikolatayı iştahlı iştahlı mideye indirirken konuşmaya başladı. (Bir dosya dolabı dolusu şekeri var ve buna rağmen incecik; ondan nefret ediyorum, üstelik perhiz çabalarımı da gülünç buluyor.) Bana işkence etmek için tadını abarta abarta kabarık hindistan cevizli bölümünü ve çikolatalı kabuk kısmını yerken suratının ortasına bir tane patlatmak geldi içimden. Aslında bu benim için yeni bir şey değildi, şekersiz geçirdiğim her gün, günde birkaç kez şiddete dayalı fanteziler kurmak benim için normaldi. Tiryakilerin, sigarayı bırakmaya çalışırlarken onlara hâkim olan öfkeden söz ettiklerini duymuştum ve bana kalırsa belki ben de bir parça bağımlı olabilirdim.

Ve gerçekten de rastladığım birkaç araştırmada, kokain bağımlısı yapılan farelerin bile şekere alıştıktan sonra şekeri, kokaine tercih ettikleri belirtiliyordu.

Bu korkularım ve şiddet duygum etrafıma zarar vermeden önce birisiyle paylaşmak en doğrusuydu. Bunun için North Carolina Üniversitesi disiplinlerarası obezite programı direktörü Dr. Barry M. Popkin'e gittim. Popkin durumu şöyle açıkladı. "Şeker insan beynini alkol, sigara ve kokainle aynı şekilde etkilese de şekerin gerçekten bağımlılık yarattığını kanıtlayan herhangi bir bilimsel çalışma bulunmuyor. Bununla birlikte, insan nüfusunun yüzde 98'inin tatlıları 'tercih' ettiğini biliyoruz. Şekerin 20-30 yıl önce neredeyse hiç tüketilmediği Çin gibi ülkelerde bile kendini kabul ettirmesi ve yavaş yavaş beslenme düzenlerine girmesi gerçekten nasıl bir güce sahip olduğunu kanıtlıyor."

Popkin, ortalama bir ABD'linin günümüzde 500 kalori tatlı tükettiğini söylüyor. Benim gibi işleri gereği yollarda çok zaman geçiren birçok meşgul erkek, bu kalorileri çoğu zaman içeceklerden alıyor. Popkin, "Erkekler, büyük miktarlarda çoğu kesinlikle bağımlılık yapıcı bir madde olduğunu bildiğimiz kafeini de içeren tatlandırılmış enerji içecekleri, gazlı içecekler, sporcu içecekleri, buzlu çay veya kahve tüketiyor," diyor ve ekliyor: "Yapılan az sayıda araştırma, diyet gazlı içeceklerin insanları daha yüksek düzeylerde tatlı alma arzusuna yönelttiğini düşündürüyor. Bu anlamda, onlar da aşırı tüketim sorununun bir parçası."

Gerçek şu ki insanlar bu şekeri yemek ve daha da fazla şekere bulanmak için tasarımlanmamış.

Biz esas olarak su içerek evrimleştik. Uzun evrim tarihimizde hiçbir zaman sıvılara kalori kaynağı gözüyle bakmadık (anne sütü içtiğimiz bebeklik günleri hariç). Başka bir deyişle kendimizi içecekle doldurmak için donatılmadık.

Popkin, bunun kanıtı olarak 2007 yılında Purdue Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya işaret ediyor. Çalışmanın bulgularına göre, karbonhidrat bakımından zengin içeceklerden aldığımız kaloriler, gıdalardan aldığımız kalorilerdeki kadar iştahımızı kesmiyor. Yani daha basit bir anlatımla McDonald's da yemekle birlikte 300 kalorilik bir kola içmemiz, beraberinde 300 kalori daha az yemek yememizi sağlamıyor. Kola içenler akşam yemeğinde tekrar yemeğin yanında kola tüketiyorlar. Sonra yeniden içiyorlar.

Eski aile hekimim ve ayrıca ücretsiz bir toplum kliniği işleten Dr. Aaron Dunn, "Şekerin obezite oranları konusundaki etkisini her gün muayenehanemde görüyorum" diyor ve devam ediyor: "Yalnızca gazlı içecekleri keserek beş hatta daha fazla kilo veren birçok hastam oldu."

Diyetimde geçireceğim ikinci hafta irademi test etmek için gerçek bir fırsat olacak. Ailece çıkacağım bir tatilde gideceğim yere varmak için üç saat otomobil kullanacağım ve sonra da dört saat uçacağız. Yani şekere yenik düşmem için her türlü risk var. Malum havaalanlarında her türlü şekerli şeyi bulabilmek mümkün. Ufak çocuklarla seyahat etmek de stresli bir iş.

Daha işin başında kızım havaalanının otomatik sifonlu tuvaletlerinden korkarken, oğlum yürüyen merdivenleri görür görmez deli gibi koşuşturmaya başladı.

Havaalanında sadece bir salata yedim (sos, jambon ve pastırmaya yani havaalanı salatasını yenilir kılan hiçbir şeye dokunmadım). Havada huzursuzken ve neredeyse çocukların hayvanlı krakerlerine dalacakken fıstık servisi yapıldı. Bu beni biraz rahatlattı. Tatili geçireceğimiz arkadaşlarım doğal besinlere önem verseler de orada beni bekleyen başka bir tehlike daha var: Restoranlar. Yani en büyük meydan okumanın yaşanacağı yerler. Fakat ödün vermemeye kararlıydım. Bu yüzden de garsonları yemekte kullanılan malzeme listelerinden pizza hamurundaki şeker miktarına kadar sıkıştırmakta çok gecikmedim. Hatta bir seferinde gittiğim bir Asya restoranındaki şefin kızı, bu sorularım üzerine çileden çıkıp "Biz yemeklerimizi şekerle pişiriyoruz! Burada her şeyde şeker var!" diye cevap vermek zorunda kaldı. Tabii ben yılmadım. Bir yandan soslardan uzak dururken, varla yok arası bir miktarda şeker almaya devam ettim. Artık bir şeylerin yolunda gittiği açıktı. Diyetimin 10. gününde şeker krizlerim tümüyle sona erdi. Tatildeyken bir gece çocukları yatırmış, şaraplarımızı yudumlarken ev sahiplerimiz bitter çikolatalarla çıka geldiler. Emin olun, ilgilenmedim bile. İki hafta önce olsaydı, çoktan yarım düzinesini mideye indirmiştim.

En fazla dikkat çeken konuysa stres düzeyimde gözlemlediğim azalmaydı. Şekeri bıraktıkça resmen daha rahat ve güleç bir insana dönüşmüştüm. Bunu seyahatlerimde gözlemlemeye başlamıştım. Önceleri daha evden çıkmadan büyük bir stresle dolup taşardım. Çanta toplama sürecinde bile sinirlenir, havadan sudan sebeplerle eşimle tartışıp dururdum. Yola yalnız çıktığımda da durum fazla değişmezdi. Zaten yıllık izin kullandığım zamanki seyahatlerimde bile eğlenceli bir yol arkadaşı değilimdir. Her zaman gergin hareketler sergilerim. Seyahat programı yapmak bile beni her zaman endişelendirmiştir. Çocukların kendilerini yaralayacaklarından veya hastalanacaklarından ya da kaybolacaklarından korkarım. Başkasının evinde uyuyamam. Fakat bu seyahatte, tüm aile çift kişilik bir yatağı paylaşmamıza ve çok önemli bir anlaşmaya imza atacak olmanın stresine rağmen mışıl mışıl uyamayı başardım. Hatta artık ömrünün sonuna gelmiş 16 yaşında bir otomobili sürmeye çalışırken bile sakin kalmayı başardığımı söyleyebilirim. Bu gidişle yakında bir Zen üstadı olmam işten bile değil.

DUYGUSAL OLARAK, AYLARDIR, BELKİ DE yıllardır olmadığı kadar kendimi daha iyi hissediyorum. Bir tarafım bunun ne kadarının plasebo etkisinden kaynaklandığını soruyor. Belki de abur cuburdan kurtulduğum için kendimle o kadar çok gurur duyuyorum ki genel ruh halim de çok daha iyi oluyor.

Ben de bu durumu beni en suratsız halimle görmüş olan Dr. Dunn'la görüşmeye karar verdim. "Şeker hızlı bir enerji patlaması yaratarak sizi daha mutlu edebilir. Bunu kan şekerindeki ani azalma izler, çünkü pankreasınız insülin salgılayarak duruma müdahale eder. Bu döngü ruh halindeki gelgitler, konsantrasyon dalgalanmaları ve halsizlik olarak kendini gösterir."

Evet, bu anlattıkları bana şeker diyetimden önce ofisimde yaşadığım tipik günlerden birisini anımsatıyor. Gün ortasında bir kurabiye veya çubuk şeker atıştırmadan hayata devam edemediğim bir noktaya gelmiştim. Sanki vücudumu ve beynimi kurabiye seansları konusunda eğitmişim, onlar da bunu alıncaya kadar öğleden sonraki çalışma saatlerini boykot ediyorlarmış gibiydi.

Şimdi iş günlerim farklı. Artık işe yemek götürüyorum: bir parça peynir, birkaç dilim hindi, yeşillik, sebze, badem ve meyve (tipik olarak sabah yoğurdumla beraber yaban mersini ve öğle yemeğinde elma). Yemeği kendim hazırladığım için, iş yerindeki çoğu kez bolca şeker içeren yemekleri yemek yerine gün boyunca atıştırıyorum. Belki de bu yüzden öğle yemeğinden 45 dakika sonra uyku çekmek için can atmıyor veya bütün öğleden sonra sersem gibi dolaşmıyorum.

Bunun yerine kendimi enerjik hissediyorum. Şekerin verdiği yalancı mutluluk hissine hiç ihtiyaç duymuyorum. İnanılmaz bir konsantrasyon yeteneğim var. Bir haftalık tatilden sonra masamda biriken işleri halletmek bana o kadar kolay geldi ki inanamazsınız. Hatta ben bile inanmakta güçlük çektim. Artık çikolatasını iştahla yiyen meslektaşımı dövmek istemiyorum.

Şeker bağımlısı olduğum zamanlarda tatile çıkarken bile büyük bir stres altında oluyordum....
DÖRDÜNCÜ HAFTA SONU İTİBARİYLE KABUL etmem gerekiyor ki kendimi gerçekten iyi hissediyorum ama diyetimin acıklı tahlil sonuçlarımı değiştirip değiştirmediği konusunda hiçbir fikrim yok.

İşte sonuçlar. İyi kolesterolüm biraz daha iyi, 39 mg/dL ama trigliseridler 56 puanlık büyük bir düşüşle 303 mg/dL düzeyine inmiş. Dr. Dunn, hiç şaşırmışa benzemiyor.

"Trigliseridler, esas olarak şeker kaplı yağlardır," diyor ve ekliyor: "Dolayısıyla da diyetinizdeki şeker miktarına daha büyük tepkiler veren bir kolesterol türüdür."

LDL (kötü) kolesterol düzeyim 101'den 90'a düşmüş ve tansiyonum bir ay önceki 118/77 değerine kıyasla 112/68 düzeyine yerleşmiş. Anlayacağınız en önemli sağlık göstergelerinin hepsinde ilerleme kaydetmişiz.

Tartıdaki rakamlar da güzel. Dört haftada üç kilo vermişim. Aslında birkaç gün sonra bir kilo daha vererek 91 kiloya düştüm. Vücut Kitle İndeksim (VKİ/vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde edilir) 30'dan 29'a inmiş, bu da beni obez aralığından çıkarıyor. Vücut-yağ oranım da neredeyse yüzde 2 düşmüş. Bunların tümü merakımı kamçılıyor: Ya düzenli egzersiz yapmaya da başlasaydım? Kim bilir neler olurdu. Aslında şimdi tekrar düşündüğümde bu egzersiz işi kulağıma hiç de fena gelmiyor.
Şekersiz ilk günlerimde perhizi bozacağım an hakkında fanteziler kuruyordum. İlk nereye gitmeli acaba? Starbucks'ta caffè latte mi içsem, yoksa en yakın benzin istasyonuna uğrayıp bir kolayla gofret mi götürsem?
Bu baştan çıkarıcı güdülerin hiçbirisine uymadım. Otomobilimi vitrininde tarçın ruloları olan bir kahve dükkânının önüne çektim. Bir sade kahve söyleyip aracıma döndüm ve öğle yemeği kutumu açıp haşlanmış katı yumurtamı ve fındık yağına batırılmış birkaç havuç çubuğunu yedim.

Şimdi şekeri bıraktığım için kendimi çok iyi hissediyorum.

Meşrubatlardaki Gizli Tehlike

Şurası acık ki bir çok ülke meşrubatlara bağımlı. Dışarıda yemek yerken hiç düşünmeden otomatik olarak bir meşrubat siparişi yeriyorsunuz. Gazlı içecekler serinletmesine serinletiyor fakat neredeyse fincan fincan yağ içmişsiniz gibi etki yapıyor. Net olmayan, bu meşrubatlara nasıl bağımlı hale geldiğimiz, içerikleri, formülleri ve lezzet katan gizli bileşenleri saklanan, halka açıklanmayan kola tarzı çoğu meşrubatın içinde muazzam oranlarda şeker bulunuyor. Bu bağımlılığın kaynağının da şeker olduğunu varsayıyoruz. Bir sonraki şüpheli kafein ama biz kafeirtsiz meşrubatlar da içiyoruz. İyi de elimizde ne kaldı? Meşrubatı meşrubat yapan madde tabii ki: Karbondioksit! Namı diğer karbonasyon, yani herhangi bir maddenin karbondioksitle doyurulması. Bir içecekteki karbondioksit kabarcıkları dilinize değdiğinde 'patlar' ve dilimizdeki bir enzimle reaksiyona girerek karbonik asit oluşturur. Çoğu asit gibi, karbonik asit de acıtır ama bu tatlı bir acıdır. Kaliforniya Üniversitesi'nde nörobiyolog olan Dr. Earl Garştens'in teorisine göre hafif acı tat, beynin endorfin salgılamasına neden oluyor. Bu da ruh halini olumlu etkiliyor. Bu ruh hali başlangıçtaki ağrıyı Ortadan kaldırıyor ve siz de tekrar tekrar denemek istiyorsunuz. [Dean Bakopoulos - Hakan Gürel]

30 Ağustos 2010 Pazartesi

İçli Köfte

Malzemeler
Dışı için: 1 kg ince bulgur, 1 yumurta, tuz
İç Malzemesi İçin: 1 kg kuzu kıyması
1/2 kg soğan
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı yenibahar
Tuz

Hazırlanışı: Bulgur geniş bir kapta ıslatılır ve bir saat kadar bekletilir.Kıyma suyu çekene kadar kavrulur ve yağı eklenip biraz daha kavrulur. Sonra ince ince kıyılan soğan iyice ölene kadar kavrulup kıymaya eklenir. Üzerine tuz karabiber ve yenibahar konarak soğumaya bırakılır. Dış malzeme hamur haline getirilir ve birbirine yapışıp elle şekil alana kadar yoğrulur. Ceviz büyüklüğünde koparılan hamur parçaları ortası inceltilerek açılır ve soğumuş olan kıyma yerleştirilip yuvarlatılır. Daha sonra geniş bir tencerede bol su ve tuz atılıp iki dakika haşlanıp çıkartılır.

Kibe Mumbar

Malzemesi:
500 gr pirinç
500 gr kıyma
Nane, karabiber
Domates salçası
500 gr bumbar(koyun)
Tuz

Hazırlanışı: Malzemelerin hepsi karıştırılır bumbarlar tersyüz edilip yıkanır tekrar düze çevrilir. Hazırlanan malzeme temizlenmiş bumbarın içine ters yüz edilerek doldurulur. Doldurulmuş bumbarlar tuzla iyice ovularak bol suyla yıkanır. Üstüne bol su koyup yaklaşık iki veya iki buçuk saat haşlanır. Haşlanan bumbarlara ayrı bir kapta sos hazırlanır. Sos: Bir kaşık yağ bir tatlı kaşığı nane bir tatlı kaşığı salça konup kavrulur ve haşlamış olduğumuz bumbarın üzerine dökülerek servis yapılır.

Ekşili Etli Dolma

Dolma içi hazırlanması: Yemek için önce et seçimi yapılır. Et kuyruk tarafından yağlı olur. Etler bıçakla ufak ufak doğranır. Buna ilaveten doğranmış soğan sivri biber domates pirinç baharat tuz, pul biber, salça, sıvıyağ ile süzülmüş sumak suyu ile karıştırılıp dolma içi hazırlanır.

Daha sonra haşlanmış olan lahana ve oyulmuş olan patlıcana kabağa ve domateslerin içine doldurulup tencereye dizilir. Süzülmüş olan sumak suyu yeteri kadar ilave edilir. Dolmaların dağılmaması için yassı bir taş dolmaların üstüne bırakılır. Yemek kaynamasına kadar pişirilir. Daha sonra ocaktan alınır. Tencere kapağı 15 dakikaya kadar açılmaz. Daha sonra servise hazır duruma gelir.

Kaburga Dolması

Malzemeler: 4 kişilik
1 su bardağı pirinç
1 çay bardağı iri çekilmiş badem
2 çorba kaşığı tereyağı
1 su bardağı su
2 çay kaşığı pulbiber
1 çorba kaşığı reyhan veya fesleğen
1 demet ince kıyılmış maydanoz
Tuz karabiber
Kaburga malzemesi:
1.5 kg kuzu kaburga (ön kol)
Yarım çorba kaşığı
biber salçası
1 çay kaşığı karabiber

Hazırlanışı : Pirinci yıkayıp süzün. Tencerede tereyağını eritip pirinç ve bademi kavurun. Karışımın yarısını bir kaba alıp ayırın. Kalan karışıma 1 su bardağı su ekleyip pirinçler yumuşayıncaya kadar pişirin. Pilav soğuyunca pul biber tuz karabiber maydanoz reyhan ve ayırdığınız pirinçli karışımı ekleyip karıştırın. Kaburgayı iç pilavla doldurup sağlam bir iplikle dikin. Kaburga dolmasını büyük bir süzgece yerleştirin ve uygun bir kapakla kapatın. Süzgeci içinde su bulunan büyük bir tencerenin üzerine yerleştirin (suyun süzgece değmemesine dikkat edin.) Buharda 3 saat pişirin.
Biber salçasına karabiber ve çok az su ekleyip karıştırın. Kaburga dolmasını fırın tepsisine alıp salçayı üzerine sürün. 190-200 derece ısıtılmış fırında üzeri kızarıncaya kadar yaklaşık 20 dakika pişirip. Servis yapın.

Şefin Yorumu :
Dolma yapacağınız kaburgayı kasapta özel olarak kestirip içini dolduracağınız kısmı
cep şeklinde açtırın.

Meftune

Malzemeler :
1 kg koyun kuş başı
1.5 kg patlıcan
1 kg domates
2 çorba kaşığı sumak
1 su bardağı su
Tuz pul biber

Hazırlanışı : Eti yıkayıp tuzla ovarak tencerenin tabanına yayın. 2 çorba kaşığı sumağı 1 su bardağı suyla karıştırıp 15 dakika bekletin. İnce bir tülbentten geçirerek süzün. Patlıcanların kabuklarını alacalı soyun. Boyuna dörde bölüp küçük küçük doğrayın. Tuzlu suda bekletip süzün. Domateslerin kabuklarını soyup küp şeklinde doğrayın. Hazırladığınız sebzeleri tenceredeki etin üzerine yerleştirin. Sumak suyunu ilave edip tuz ve pulbiber serpin. Orta ateşte etler yumuşayıncaya kadar kapağı kapalı olarak pişirin. Sıcak olarak servis yapın.

Şefin Yorumu : Meftune yemeğine salça da ilave edebilirsiniz. Ayrıca servis yapıldıktan sonra dövülmüş sarımsak ekleyebilirsiniz.

Lebeni (Yoğurt Çorbası)

Malzemeler :
3 su bardağı yoğurt
1 yumurta
4 su bardağı su
1 su bardağı yarma (aşurelik buğday)
3 çorba kaşığı sıvıyağ
2 çorba kaşığı kuru nane
Tuz

Hazırlanışı : Yoğurt ve yumurtayı tencereye alıp tuzu ekleyerek iyice çırpın. 4 su bardağı suyu ilave edip karıştırın. Orta ateşte sürekli karıştırarak 15 dakika pişirin. Buğdayı yıkayıp yoğurtlu karışıma ekleyin. Buğday yumuşayıncaya kadar pişirmeye devam edin. Tavada sıvıyağı kızdırıp naneyi kavurun. Çorbanın üzerine naneli sos gezdirip sıcak olarak servis yapın.

27 Ağustos 2010 Cuma

DİYARBAKIR'IN ÖNEMLİ YEMEKLERİ

Diyarbakır'da en fazla pişirilen yemekler "tencere yemekleri" olarak tanımlanan etli sebze yemekleridir. Sebze yerine bazen meyve da kullanılmaktadır. Elma, erik, ayva, çağla gibi meyvelerden etli yemekler yapılmaktadır. Diyarbakır'a özgü yemeklerin başında "Meftune" adı verilen genellikle patlıcanla yapılan bir yemek gelmektedir. Bundan başka düzme veya "pürlezzel", "karnıyarık" veya "belibağlı", "içli köfte", "kibe bumbar", "lebeni çorbası", "nuriye tatlısı" Diyarbakır'ın çok önemli yemekleri arasında yer almaktadırlar.
Meftune, en çok patlıcanla yapılan bir yemektir. Bundan başka; kabak, bakla, kenger, çağla ve elma meftuneleri de yapılmaktadır.
Meftune yemeğine 18. yüzyılda yazılmış bir "Yemek Risalesi”nde de rastlıyoruz. Burada, "Meftune" olarak anılan yemeğin patlıcandan yapıldığı, sumak ve ekşi nar suları ile pişirildiği yazılıdır.

18 Haziran 2010 Cuma

Araba bakım şeması

DuT aĞaCı Ve YaPRaKLaRı ( BİR EFSANE )

Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı.
Kızın adı Tispe,
delikanlının ki ise Piremus idi. Bunlar yanyana evlerde otururlardı.
Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk
beslediler. fakat aileleri görüşmelerini istemezler birbirlerine uygun
olmadıklarını düşünürlerdi. Oysa onlar birbirlerini ölesiye
seviyorlardı. İki evin arasında gizli bir çatlak vardi, aileleri bunu
bilmezler onlarda geceleri burda bulusur o aradan birbirlerine
seslerini duyurur aşklarını dile getirirlerdi.
Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar
verdiler.Tispe
ağaca Piremus'dan önce varmıştı. Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından
kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi.
Korkarak bi mağaraya doğru koşmaya başladı. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarpını düşürmüştü. O sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup kalmıştı. Kocaman aslan ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe'nin eşarpını parçalıyordu. O an aklına gelen
ilk ve tek sey aslanın Tispe'yi öldürerek yediğiydi. Tispesiz
yaşayamazdı. Aklından geçen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı.
Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar içinde cansız
bedeni yere düştü.Tispe ise korkusunu bi kenara atıp bir an önce
aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın altına
geldiğinde o korkunç sahneyle yüzlesti.
Piremus'un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe'nin düşürdüğü eşarpını tutuyordu. İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan
hiçbir seyi anlayamamıştı. Ama eşarpı ve uzaklaşan aslanı görünce
anladı. Bi an mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve
onun öldüğünü düşünen Piremus aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe bir
an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı
ölesiye bir aşktı ve ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı
uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve
hançeri sapladı. Birden vücudu Piremus'un bendeninin üstüne yığıldı.
O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek
istediler ve bu çiftin
üstünde duran ağacı bunların aşkına adadılar. Piremusun kanını bu
ağacın meyvelerine, Tispenin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına
verdiler.
O günden beri kara dut ağacının meyvesinin
çıkmayan lekesini,
(Piremusun kan lekesini), dut ağacının yaprakları,(Tispenin gözyaşları) temizler..



Bilirmisiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz ama elinize
ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz......

30 Mayıs 2010 Pazar

Fiat Grande Punto ses izolasyonu

1. Hız göstergesinin öündeki şeffaf plastik malzeme sıkıştırılmamış olduğu için cızırtı yapıyor. Çözüm:Evinizdeki PVC camların plastik contalarından 12cm civarı bulun ve bu plastiğin üst tarfındaki boşluğa boylu boyunca sıkıştırın. Elinizle oradaki boşluğu bir kontrol edin ne kadar büyük olduğunu göreceksiniz. Rahatlıkla bu contayı oraya sıkıştırabilirsiniz. Ve en güzel yanı hiç bir şekilde gözükmeyecek olmasıdır.

2. Torpido gözünün üst tarafındaki evraklık bozuk yollarda çok ses yapıyor. Denemesi kolay torpidoyu açın evraklık boş iken, evraklığın sol alt tarafına vurun bakın ne kadar çok ses yapacak. Çözüm: evraklığın üst tarafına parmağınızı soktuğunuzda orada da bir boşluk göreceksiniz. Evraklığım sol üst tarafına en az 1.5cm kalınlığında plastik silgiye benzer bir takoz sıkıştırın bu iş biter.

3.46000 deki aracımın direksiyon kutusundan ses gelmeye başladı. Uzatılmış garanti sağolsun. Hallettiler.

4. Arka kapılar açılmıyordu. Servis halletti.
5. 45000 kilometrede iken sol cam mekanızması bozuldu. Uzatılmış garanti sağolsun.
6. 40000. kilometrede ön takımda dikey bir kol var. ben mekanikten anlamam. Boşluk yapmış ses çıkıyordu. Garanti sağolsun.
7. Ön kapı içlerine ve arka kapı içlerine ziftli malzemeden izolasyon yaptım. Arka kapılara SONY 17cm hoperlör taktım. Orjinali 13cm lik çok kötü bir hoperlördür.

8.Kapı pandizotlarını sökünce beyaz dandik bir malzeme ile kapı sacındaki deliklerin kapandığını görürsünüz. Hoperlörler bas verince acayip hışırtı ve cızırtı yapıyorlar. Çözüm: ziftli malzeme ile kapatılır. Hem hoperlörlerin bas kapasitesi artar hem dız izeolasyon hemde ses cızırtı azalır.
9. Arka kapılardaki camı açmaya yarayançevirme kolunun alt kısmı, arka kapı pandizotuna çok yakın. Arka hoperlörler bas verince arka kapı plastiği ile bu kolların alt kısmı öpüşmeye ve çok kötü ses çıkarmaya başlıyor. Çözüm basit:kol sökülür alt kısımda 4mm derinliğinde 1 kaç cm lik plastik maket bıçağı ile güzelce kesilir. Kesilen kısım dikötörgen gibidir. Bu nedenle orjinal gibi durur. Asla görüntüsel sıkıntı olmaz.

10. Arka kapılardaki bir şeyler koyduğunuz ceplerin hoperlöre yakın kısımları ne yazık ki hoperlör ızgarasını tam öpmüyor. Bu nedenle bas vurunca buralardan iki plastiğin birbirine vurmasından kaynaklanan bir ses çıkıyor. Çözüm basit arasına siyah renkte sünger sıkıştırın. Bir de kapı pandizotlarını sökün boş gördüğünüz her yere süngerden dolgu yapın. Sonrasında pandizotu takarken biraz zorlanırsınız ama. Yukarıdaki dediklerimle beraber bunu yaptığınızda sesi açtığınızda hiç bir yerin zıngırdamadığını ve daha iyi bas aldığınızı göereceksiniz. Ayrıca dışarıdan gelen sesler için bir miktar izolasyon sağlamış olacak.

Not: forum.grandepuntotr.com adresinden alıntıdır.

21 Ocak 2010 Perşembe

Otomatik telnet bağlantısı yapan script

Eğer yazdığınız scriptler interaktif olarak kullanıcı girdisine ihtiyaç duyuyorsa expect komutu ile tüm bu işlemleri otomatikleştirebilirsiniz.
Komutun kullanımı şöyle:
expect komutu ile bizden istenen kelime alınır, karşılık olarak send komutu ile ne yazmak istiyorsak onu yazarız. Böylece kullanıcı adı ve şifre girmek gibi interaktif işleri scriptlerin içine gömebiliriz.

Örnek:
#!/usr/local/bin/expect

spawn telnet << ip adresi >>
expect "login:"
send "<>\n"
expect "Password:"
send "<>\n"
send "ls -l\n"
interact

20 Ocak 2010 Çarşamba

Lastik basıncı ne kadar sıklıkta kontrol edilmeli?

Otomobil lastikleri normal şartlar altında her ay 1 psi basınç kaybeder. Ayrıca her 6 derece sıcaklık azalmasında da 1 psi basınç kaybeder.
Lastik basıncını her ay ve uzun bir yola çıkmadan önce kontrol etmekte fayda var. Lastik basıncını kontrol ederken aracın en az 3 saattir çalışmıyor olmasına dikkat edilmeli.
Lastiklerin hava basıncını kendinize ait zımbırtı ile ölçmek isterseniz, aşağıdaki link üzerinden bir tane satın alabilirsiniz.

http://www.dealextreme.com/details.dx/sku.2623

7 Ocak 2010 Perşembe

Bilgisayar kullanımı ve göz yorgunluğu

Bilgisayar kullanımı insanların gözlerini bozmaz. Ancak mevcut olan ve kişinin o ana kadar önemsemediği veya bilmediği bir kırma kusurunun belirtileriyle ortaya çıkmasına aracılık eder. Çalışma koşulları çok aşırıya kaçmadıkça normal bir göz bilgisayar karşısında bozulmaz..
Bilgisayarlarda ekran özellikleri gözleri etkileyen diğer bir önemli faktördür. Çalışmalar sonucu anlaşılmıştır ki gözler monitöre baktığında tam bir kilitlenme (yani tam bir ekrana uyum) sağlanamamakta yukarda bahsettiğimiz küçük göz kasları sürekli kasılıp gevşemekte ve kristal göz merceği devamlı şekil değiştirmektedir; bunun anlamı gözlerin ekrana tam odaklanamamasıdır tabii ki sonucunda göz yorgunluğu şikayetleri başlayacaktır.
Gözlerde kuruma hissi bilgisayar kullanıcılarının en sık karşılaştığı sorundur; yanma batma kaşınma göz yaşarması ve kızarma ile kendini belli eder.Diğer bir sebep monitörün göz hizasının üzerinde bulunmasıdır bu durumda gözler yukarı doğru bakacağından kapaklar daha açılmış kalacak bu da göz yaşının buharlaşmasını arttırarak kurumaya yol açacaktır. Ayrıca çalışma ortamındaki havalandırmanın nem oranının yüksek olması ve havalandırmanın direk göze doğru gelmesi de gözlerde kurumaya yol açabilecektir. Bilgisayar kullanırken sayılan bu etkenlerden gözlerin kurumasını önlemek için göz kırpma sayısını bilinçli olarak arttırmak belirli aralıklarla uzağa bakarak göz kırpma refleksini normale döndürmek alınacak önlemler arasındadır. Monitörü göz hizasının altına yerleştirmek gerekir bunun ayarı monitörün üst kenarının göz seviyesinin biraz altında kalmasını sağlayarak yapılabilir. Bu önlemlerle geçmeyen göz kuruması suni gözyaşı damlalarıyla tedavi edilmek durumundadır.
Gözlerimizde fazla ışığın içeri girmesini ve gözü rahatsız etmesini engelleyen bir mekanizma bulunmaktadır. Aşırı parlak bir ışık bu mekanizmayı otomatik olarak devreye girer ve gözün daha fazla çalışarak efor sarf etmesine neden olur. Bunun uzun sürmesi durumunda gözler yorulacak bu aşırı ışıklı ortamdan rahatsız olduğunu yorgunluk belirtilerini ortaya çıkararak anlatmaya çalışacaktır. Çalışma ortamında direk göze gelen bir ışık kaynağını ortadan kaldırmak gerekir pencereden sızan ışığın arkaya alınması da gözleri rahatlatacaktır. Kullanılacak ışık kaynağının arkadan omuz hizasından monitöre veya çalışma masasına düşecek şekilde ayarlanması gerekir. Ayrıca monitörün kontrast ve parlaklık ayarının da uygun bir şekilde ayarlanması yerinde olacaktır ekran zemin renginin açık yazı karakterlerinin ise koyu renklerde tercih edilmesi gözlerin zorlanmasını önleyecektir.
Bilgisayar karşısında çalışırken gözlerin sağlığını korumanın en güzel yolu onları sık sık dinlendirmektir. Her yarım saatte bir ara vermek birkaç saniye kapalı tuttuktan sonra uzaktaki bir objeye bakıp gözleri rahatlatmak yeterlidir. Çalışma masası ve sandalyesinin ergonomi kurallarına uygunluğu vücudu da rahatlatacaktır. Uzun süreli çalışmalarda saat başı yapılacak basit vücut egzersizleri diri kalmaya yardımcı olacaktır.